Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yakın Geleceğin Dikkatlice Geri Kazanımı

Koray Kırmızısakal'a... Doğrusu ya, Bifo Berardi'nin Gelecekten Sonra 'sı gibi geleceğin, ütopyacılığın, fütürizmin vb. bitişine adanmış kitapların melankolisinin, tespit ettiği arızadan daha şiddetli bir arıza yaratıp yaratmadığını düşünmek epey ilginç bir alıştırma olurdu. Kuşkusuz böyle bir hasar tespit için yola koyulabilecek ampirik araştırmaların tümü ister istemez entelektüel ortama saçılan psişik dalgalanma kadar, argümanın çekirdeğini teşkil eden bir mekanizmayı da yalıtmalıdır. İlkini yapmak epey zor olduğundan (ve bu iş kısmen sosyal psikolojinin işi olduğundan), ikincisiyle didişelim. Hegelci Şimdi ve Kierkegaard Şimdinin tüm diğer zamanlar lehine öne çıkartılmasında yitip gidenin genelde gelecek olduğu düşünülür. Gelecek derken burada uzun erimli bir zamansal ufku kastediyorum. Hegelcilik tam da buydu, Hegel'in felsefesinin asıl etkisi kendi "şimdiden retrospektifiyle", şimdiyi geçmişin anlaşılabilirlik noktası, geçmişin akışının kendi m
En son yayınlar

Lütfü İrdem'in İki Filmi Üzerine: Görünür ile Görünmez

Yönetmenliğini ve senaristliğini Lütfü İrdem 'in yaptığı, toplumlarımızı sarmalayan optik bir sorunla ilgili iki film bunlar: Kendileri görünmeksizin etkilerinde var olan, kendileri giderek silinirken bir etkinin bulutsu imgesine sığınan nedenler yahut varoluşlar. Cênîya Nêeysayî ' nı n (2016) [ Görünmez Kadın ] yahut Fotografkeş ' i n (2018) [ Fotoğrafçı ] sorunsalları , ama aynı zamanda kendilerini çeşitli biçimlerde kapitalist işe (ev emeği başta olmak üzere, tüm emek biçimlerine) mahkum edilmiş bulan azınlıklar ın (sayısal bir çoğunluk ol uşturmakla beraber) sorunları . Burada ne kadınlık ne de emek tarihini baştan yazmaya gerek yok, o halde gelin filmlerin optik sorunla ilişkilerine odaklana lım . Pek tabii bu iki filmin bu optik sorunu sorunsallaştırma biçimine. Cênîya Nêeysayî (2016) Cênîya Nêeysayî ' n ın görünmeyen kadını , kendi silinen görünürlüğünü göstermek üzere bedenen görünmez olmuştur. Bu görünürlükten dışlanma , tüm sosyal ilişkile

Transandantal Ampirizm ve Polisiye: Suça ve Suçlunun Güdüsüne Dair

İyi bir polisiye iki sorunun peşinde koşar: "Suç nasıl oluşur?" ve "Suçluyu güdüleyen nedir?". Bu iki sorunun bileşimi metafizik olarak "kötülük problemi" başlığı altında toparlanmış olan teolojik bakış açısının konumlandığı mıntıkanın yerinden edilmesini sağlar. Kötülük problemi, kötülüğün varlığı (dahi yokluğu) tartışmaları etrafında nasıl bir teoloji (idealizm yahut transandantal idealizm -yani bizim bağlamımızda ödev ahlakı) örgütlenebiliyorsa, iyi bir polisiye romanın etrafında da sıkı bir transandantal ampirizm, yani materyalizm örgütlenebilir. Yani ilk adımda polisiye ile teolojik bir sunum/temsil olan kötülük problemini ilişkilendiren her tür bakış açısı karşısında kuşkucu olmalıyız. Polisiyenin kendi içinde dahi sorun bu terimlerle ele alınıyormuş göründüğünde, bunun yalnızca bir harekete geçme noktası, bir kurgusal oyun olduğundan şüphelenmeliyiz. The Alienist 'ten. Yahut aynı formülü şöyle de sunabiliriz: bakış açısı teolojiye sıkı

Karatani ile Kant Diyaloğu: Transandantal ve Bilinçsiz

Erkal'a.. Modern felsefenin tarihinde bilinçsiz ( bilinçdışı ) fikrinin iki sıkı doğum noktası bulunabilir: Birincisi kuşkusuz Spinoza, diğeri ise Kant. Fakat Kant'ın bilinçsiz fikrine katkısı çoğun göz ardı edilmiştir. Kant tartışmaları genellikle Kant'ın öznelciliğine dair eleştirel tartışmalardır, lâkin Kant'ı bir öznelci ilan etmek Kant'ın Saf Aklın Kritiği kitabında yarattığı transandantal kavramının göz ardı edilmesiyle mümkün olabilir ancak (Karatani). Peki ama, nedir transandantal (olan )? En kısa cevap onun bir alan olduğudur. Olumsuzdan gidelim: Transandantal ( transcendental ) olanın aşkın ( transcendence ) olan ile bir ilişkisi yoktur. Transandantal, vuku bulan fenomene nazarla aşkın (yani tözsel bir başkalıkla damgalı) değildir. Daha ziyade bir koşul dur transandantal ve bu koşul vuku bulanın kendisinin içkinlik sahasını teşkil eder. Dolayısıyla transandantal, aşkından çok içkinlik ile birlikte düşünülmesi gereken, fakat vuku bulana da indirge

Heiddeger, "Dünya" ve Kimlik

Kürşad'a... Fenomenolojik soruşturmaların "dünya" mefhumuna ayırdığı çok özgül bir yer vardır. Fakat bu özgüllüğün en yoğun olduğu figür muhtemelen Varlık ve Zaman 'ın Heidegger'idir. Burada ben de, yoğun bir felsefe tarihi yahut akademik tartışmaya boğulmadan, "dünya" denilen şey ile bugün cenderesine düşmekten bir hâl olduğumuz "kimlik", "yaşam tarzı" vs. gibi mefhumların ilişkisine ve dahası bunun eleştirisi için bir takım daha felsefi meselelere biraz yakınlaşmaya çalışacağım. Heidegger için "dünya", "dünya-içinde-olan" olarak tanımladığı Dasein ın, yani insani varoluşun ontolojik yapısının asli unsurudur. Dünya içinde olmak Dasein olmanın kopartılamaz bir parçasıdır. Dasein bu anlamda, "dünya-içinde-olarak", bir özne bile değil (Heidegger özne/nesne ayrımını söküp atmak ister) daha ziyade bizim gündelik benliklerimizin kendisinden türediği "kökensel" zemindir. Peki ama bunun "k

Tekinsizlik ve Varoluşsal Tekilleşme

Dilan ile Müge'ye... Biz hepimiz uzay-zaman bloklarının kıvrımlarıyız. Bedenimiz dediğimiz et, kan, kemik ve gösterge kıvrımları çokluğu. Evrenin bir kısmını içimize kıvırıyoruz: her türden karşılaşmayla. Bu temâşadır. Bedenimiz evreni, onu kendi içine kıvırarak temâşa eder. Yer içer duyar görür temas eder. Bataille fark etti bunu. Kozmik-güneşimizin saçtığı enerjiyi tüketerek oluşuyorduk. Tüketmek, temâşa etmektir, temâşa etmek ise kıvırmak. Fakat öncesinde karşılaşmak gerekir. Fakat neyle karşılaşırız? Karşılaşmak ne demektir? Son derece heretik bir metninde, Ritmanaliz 'de Lefebvre evrendeki her şeyin aktığını, sadece sıvıların, enerjilerin değil, yeterince uzun bir zaman dilimi ele alındığında kayaların ve yıldızların da aktığını söylüyor. Akan her şey ritmiktir, bir ritmle akar, sabit olmasa bile. Dolayısıyla bir karşılaşma her şeyden önce iki farklı ritmin karşılaşmasıdır. Bir obur hayal edelim, daima değilse bile bir an için oburluk yapan birini... Hangi ritmle

Analiz, Marksizm, Psikanaliz: Genelleşmiş Gösteren Mantığı vs. Pragmatik Karşılaşma Mantığı

Son elli-altmış yıllık süre zarfında "analiz" denen düşünce etkinliğinin koşullarının tamamen değişimine, analitik müdahalenin altüst oluşuna ve işler bir analizin nasıl olacağına dair yeni fikirlerin doğuşuna tanıklık ettik. Fakat bu tanıklık daha baştan günün meseleleri, akademik balonlar (postmodernizm tartışma ile çalışmaları gibi), gerekli, anlaşılabilir ama bazen de saf kötülükten kaynaklanan yanlış anlamalarla gölgelenmişti. Dünden hiçbir ayrıcalığı olmayan bugün bu tanıklığın mânâsı ve değişenin ne olduğuna dair bir fikir alıştırması yapmak yerinde olabilir. 30'lardan itibaren dünya tarihine damga vuran psikanaliz ile Marksizmin ortodoks/okullu varyantlarına bir bakış atarak kopulan şeyin ne olduğunu tespit edebiliriz. Burada aradığımız şeyin psikanaliz ya da Marksizmin ne olmuş olduğuna bir cevap değil, fakat ikisinin ayrıcalıklı bir şekilde paylaştığı ve belki de ona derin teorik çerçevesini yapısalcılığın kazandıracağı bir mantığı keşfetmek. Bu mantığa , a